Ana içeriğe atla

SINIFIN PENCERESİ

ÜMRANİYE SİTEYOLU
BİR İŞÇİ CEHENNEMİ

Tekstil ve oto sanayinin yan yana olduğu bir iş alanıdır. Sanayi sitesi 1990’ların başlarında faaliyete başladı.

Oto Sanayi
Oto sanayisi hakkında çok fazla bir bilgimiz olmamasına karşın duyduğumuz ve gördüğümüz kadarıyla emeğin barbarca sömürüldüğü, hiçbir sosyal güvencenin olmadığı iş kazalarının sık yaşandığı yüzlerce işçinin çalıştığı bir işçi havzasıdır.

Tekstil Sanayi
Binlerce işçinin çalıştığı emek gaspının en vahşice yaşandığı bir sitedir.
Türkiye de yaşanan çeşitli krizleri bahane ederek ( 1994 ve 2001 ) pek çok patron ya iflas gösterip işçilerin maaşlarını ve tazminatlarını ödemeden kaçıp aynı fabrikayı başka bir yerde daha ucuz iş gücü ile üretime kaldıkları yerden devam ettiler. Kalanlar ise oradan taşınıp giden fabrikaları örnek göstererek : ‘bakın bunlar iflas etti ben ise maaşlarınızı zar zor ediyorum sıfır kar ile çalışıyorum sırf sizin zor durumda kalmamanız için’ diyerek maaşlara zam yapmayıp aksine maaşları indirme yoluna gittiler. Oysa krizin sadece işçi ve emekçiler için yıkıcı olduğunu bilmeyen emekçiler bu yalanlar karşısında duygusallığa kapılıp durumu kabullendiler.
Tekstil İşçisi Kimdir?
Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelip kendini küçük yaşta tekstil ortamında bulan yoksul emekçi çocuklarıdır. Çoğunlukla yoksul aileler geçim sıkıntılarını biraz daha hafifletmek için çocuklarını okuldan alıp bu sektörde ekmek parası kazanmaya gönderirler. Buralara gönderilen çocuklar her türlü muameleye ( dayak küfür aşağılama ) maruz kalırlar.
Genel Kültür ve Bilinç Düzeyi
Tekstilde sürekli müzik çalınır bu müzik arabesktir bu hiçbir zaman değişmez. Arabesk kültürü işçinin bilincine – benliğine öyle bir işler ki ondan başka hiçbir şey görmez duymaz ve bu nedenledir ki sürekli duyguları ile hareket eder sorgulama ihtiyacı duymaz. Onun adına ustaları şefleri düşünür ve karar verir.

Onun, hiçbir zaman daha iyi bir yaşam gibi bir kaygısı yoktur. Kendisinin ve toplumun yaşadığı sorunlardan o kadar soyutlanmıştır ki yaşam; onun için sadece ev ve işyerinden ibarettir. Doğal olarak arkadaşlığın, dostluğun ve başka bir hayatın mümkün olabileceğini aklından bile geçirmez; hatta hayali bile uzaktır. Yan yana çalıştığı, aynı kapta yemek yediği, aynı baskı altında ezildiği arkadaşına hiçbir zaman güvenmez. O nun için oradaki arkadaşlar sadece iş yeri arkadaşlığıdır ve yüzeyseldir. Arkadaşlarına sorunlarını anlatırken sürekli kuşku içindedir. Örneğin usta başıyla, işyeriyle yada patronla yaşadığı bir sorun yada sıkıntısını çok azda olsa anlatırken kuşku duyar. Acaba bir başkasına söyler mi? Beni ispiyon eder mi? Gibi tedirginlik ve çelişkilerle dolu’dur.
Tekstil in çalışma saatleri belirsizdir ne kadar mesai olacağını sadece patron bilir işçinin bunun karşısında hiçbir söz hakkı yoktur. Bunun içindir ki iş yoğun olduğu zaman fazla mesailere kalmak zorundadır. Bazen gecenin on ikisine bazen sabaha kadar bazen de mesailer cumartesi ve pazarını da alır işçinin elinden. Ve işçi içinin evi artık sadece onun için bir oteldir. Bu nedenledir ki tekstil işçisi son derece kaderci, şükürcü, güvensiz , tepkisiz bir kişilik olarak ortaya çıkar.


SİTE DE TEKSTİL İŞÇİSİNİN ÖRGÜTLENME ÇABASI
Yukarda sözü edilen tüm olumsuzluklara rağmen sorunların çözümü için birleşme ve birlikte mücadele çabaları hep var oldu. Örnek verecek olursak;

(1) Tekstil; yüz işçinin çalıştığı bir fabrikaydı. Burada iki sendika çalışması gerçekleşti. İlk çalışmada yukarda sıraladığımız olumsuzlukları iyi bilen patron işçilerin bir kısmını satın alıp bu çalışmasını kendi lehine çevirmeyi başardı. İkincisinde ise artık işçiler çok daha temkinli davranıp önceki çalışmadan da ders çıkararak ( Dört yıllık bir çalışma ) daha sıkı bir nitelikli bir örgütlülük sağladı. İşçiler (1) tekstile sendikayı getirmeyi başardı. Tüm bu olumsuzluklara rağmen sendikalaşan işçiler bu kez de sendika ağları tarafından ihanete uğradı ve satıldı.
(2) Tekstil; sitenin en çok işçi çalıştıran fabrikası ( yedi yüz kişi ) (2) Tekstil’dir. Aynı zamanda sitedeki tekstil fabrikalarının en büyüğüdür. İşçileri açısından en ağır en azgın koşulların hakim olduğu işçilerin değimiyle bir cehennem...
Emeğin en ucuz şekilde gasp edildiği, fazla mesailerin en çok olduğu, onur kırıcı, kişiliği yok edici ( küfür hakaret dayak ) davranışların sergilendiği bir ortam (2) Tekstil sadece insanların emeğini sömürmekle kalmıyor; aynı zamanda işçilerin dini duygularını da istismar ediyor. (2) patronu işçilerin inançlarını da kar için kullanıyor. Nasıl mı? Her yaptığı toplantıda insanlara dini görevlerini yapmaları gerektiğini söylemesine rağmen özel dini günlerde ( kandil gibi ) insanlara ibadet yerine fazla mesai yaptırıp çalışmanın da bir ibadet olduğunu söylüyor. Oysa işçiler böyle günlerde evlerinde ibadet yapacaklarının sanırken fazla mesai dayatılıyor.
(2) işçisi çalışırken çıkaracağı üründen başka hiç bir şeyi düşünemez çünkü işçi belli bir kota da ürün çıkarmak zorundadır. Eğer işçi o gün çıkarması gereken ürünü çıkarmamışsa vay haline neden mi? Çünkü bilir hakaretin, aşağılanmanın iş çıkışı onu beklediğini...
(2) Tekstil cehenneminin birde işçilerin deyimi zebanisi vardır. Bu zebani imalat müdürüdür. İşçiler bu ismi kendilerine en büyük zulmü yaptığından dolayı takmışlardır.
Her bandın başında lavabo kartı vardır. İşçiler kart ile lavaboya giderler. Eğer bir işçi lavabodaysa o bant da çalışan herhangi birinin acil bir durumu olsa bile o kartı beklemek zorundadır. Sorununu ustabaşına ilettiğinde kart gelene kadar ‘ölsen bile hiçbir yere gidemezsin’ cevabını alır. Bu insanlık dışı muameleyi emekçilere dikte eden (2) patronu ve müdürleri ile (2) Tekstil yönetimidir.
Bunca işçinin çalıştığı bu kurumda birde doktor var ( kadın doğum uzmanı ) doktor her hangi bir sorunu olan hastanın sadece şikayetini dinleyip sağlık karnesine ilaç yazar ve işinin başına dönmesini ister. Doktor yazılan ilaçları kendisi alır. Bir hafta sonra hastaya getirir çünkü fabrikaya haftada bir gelir.

Örgütlenme Çabaları
Şimdiye kadar (2) Tekstilde bizim bildiğimiz altı sendika çalışma gerçekleştirdi. Hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü patronun tüm tezgahlarına bilinçsiz işçiler kandı. Her seferinde sendikada çalışmaya katılanlardan 100- 150 işçi atıldı. Oysa sendika hakkı yasal haklar olmasına rağmen insanlar açlıkla işsizlikle tehdit ediliyor. Bu durum (2) tekstilde tehdit etmekten ziyade daha da iler gidilip yüzlerce işçi kapı önüne koyuluyor .



Yukarda anlattığımız tüm olumsuzluklar burada yer alan veya almayan tüm tekstil işletmeleri için geçerlidir. Emekçiler; gözünü para ve kar hırsı bürümüş patronların o insanlık dışı davranışlarını ensesinde ve kursağında hissetmektedirler. Tekstil işçisi insan onurunu zedeleyen yoksullaştırılmış bir yaşama mahkum edimiştir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen tekstil işçileri patronların ve sistemin dayattığı bu oyunları bozabilir sömürüsüz ve onurlu bir yaşamı kazanma mücadelesinde birleşebilirler.
Korkunun ecele faydası yok çünkü yaşam için güven zorunluluktur. Alın teri ve göz nurumuzla ürettiklerimizi bir gün özgürce kendimiz sahip olabilmek için örneğin bir inşaat işçisi en güzel yapıları gökyüzüne dikerken başını sokacak evi yoktur. Ağır sanayi işçisi son model arabalar yaparken ona binmeyi bile hayal edemez. Biz de ürettiklerimize bakarken, onları giymeyi hayal ederiz ve ancak bakmakla kalırız. Ürettiklerimiz ancak bir avuç varlıklıya sunuluyor. Bizim alın terimiz ve göz nurumuz onların göz alıcı podyumlarında şıklık yarışına alet oluyor.
Evet ... birleşmeden bahsediyoruz çünkü bundan başka seçeneğimiz yok!
Birleşerek ve örgütlenerek kazanabiliriz.
Bizim kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, zincirlerimizden başka..
Hep birlikte zincirlerimizi kıralım... 04.12.2007
Bir Tekstil İşçisi

Yorumlar

  1. Bir tekstil işçisi tarfından kaleme alına bu yazı Aralık 2007'de günlük ulusal bir gazeye yollanmış; ancak yayınlanmaya değer görülmemiştir. Aradan geçen bunca zamana karşın değerinden ve öneminden birşey kaybetmediğini düşünerek dikkatinize sunuyoruz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MADEN ATIK BARAJLARI VE ÇEVRE

Yağmur Yağmasın Siyanür Akmasın! Kemal KURTUL Ziraat Mühendisi 11.05.2011 Ülkemizde 50-100 milyon metreküp zehirli maden atığı olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktardaki bir atığın herhangi bir şekilde çevreye akmasıyla oluşacak yıkım da devasa olacaktır. Çevreye zararı olmadığı belirtilen Kütahya’daki atık su barajındaki bendin yıkılmaması için neredeyse “yağmur yağmasın” duasına çıkacağız. Kütahya Gümüşhacıköy yakınlarındaki Eti Gümüş AŞ’ye ait maden işletmesine ait olan siyanürlü atık depolama barajının bentlerinden biri kısmen yıkıldı. Üç kademeli olan barajda zehirli atıklar son sete binerek bu sette sızıntı meydana getirmeye başladı. Yöre halkının anlatımları ve Çevre Mühendisleri Odasının incelemelerine göre barajdaki sızıntılar tarlalara kadar ulaşmıştır. Ve bendin her an yıkılması tehlikesi mevcuttur. Yetkililere göre herhangi bir tehlike yoksa da; bu bölgede su içmek dahi yasaklanmalıdır. Çünkü her an siyanür zehirlenmesi yaşanabilir. Litrede 8 mg siyanür 60 kg’lık bir insan

GDO YÖNETMELİĞİ

GDO YÖNETMELİĞİ ÇIKTI Gen kaynaklarımız tehlilkede; gıdalarımız daha güvensiz! Dünyada gen transferleriyle üretilen GDO'lü tarımsal ürünlerin yaygınlaşması ile birlikte tüm ülkeler bu ürünlere karşı çeşitli önlemler ve uygulamalar hayata geçirdiler. Bazı ülkeler bu ürünlerin insana ve doğal flora ve faunaya verdiği zararı önemseyerek yasaklarken bazıları da sınırlı serbestlik yolunu seçti. Ancak başta ABD olmak üzere Çin, Brezilya, Hindistan, Arjantin, İspanya, Meksika'nın da içinde olduğu Otuzu aşkın ülke GDO'lu ürünleri serbest bırakmış durumda. Ülkemizde hükümetler ise bu GDO konusunda 1998'den beri beri bir “Biyogüvenlik Yasası” için tasarı hazırlamalarına karşın; bu ürünlerin ülkemize girişlerine sessizce onay verdiler. Öte yandan da GDO'lu ürünlerin ülkemizde yasak olduğunu açıklamaktan geri kalmadılar. GDO'lu ürünlerin Doğal ortama, insan sağlığına ve gen kaynaklarıne olumsuz etkileri bilim insanları ve araştırmacılarca ortaya konulup gerekli uyarıların y

BİLİMİ HALKLA BULUŞTURAN BİLİM İNSANI: ARŞİMET

Bilime sayısız katkılar sunan Arşimet o dönemde Yunan adası olan Sicilya’nın Sirakuza şehrinde doğmuştur.(MÖ:287) Dönemin bilim insanları Dünya'yı ve Evren'i anlamaya ve onu hesaplamaya çalışıyorlardı Dünya'yı, Ay’ı, Güneş’i ve yıldızları nasıl ölçeceklerdi? Yıldızlar ne kadar uzaktaydılar? Evren’i kim ölçecekti? İskenderiye bilim ocağında yetişmiş Arşimet bu işi üzerine aldı. Çalışmalarına o güne kadar astronomların kafasını yoran sorun olan dünyayı ölçmekle işe başladı. Arşimet,İskenderiye Kütüphanesine sunmasına rağmen kabul görmeyen "Kum Tanelerinin Sayısına Dair’ kitabını Kral Gienon’a sunarak: “Syrakuzai’de ya da Sicilya’daki kumları değil, üzerinde insanın yaşadığı ve yaşamadığı, bütün kıtaları kastediyorum.” diyecektir. Kum taneciğini baz alarak ölçümler yapan Arşimet yıldızların çok uzak olduğunu öğrenmiştir. İskenderiye’de Nil nehrini dizginleyerek tarlaların sulanmasında kullanılan Arşimet Burgusu’nu icad etmiştir. Ve bu icadı uzun sure İspanya&